29 Haziran 2016 Çarşamba

Obsesif Kompulsif Bozukluğu Nedir?

Obsesif Kompulsif Bozukluğu nedir? 

Obsesif Kompulsif Bozukluk, halk arasında takıntı hastalığı olarak bilinir.  “Obsesyon” terim olarak ilk kez 1866 yılında kullanılmış da olsa tarihçesi oldukça eskiye gitmektedir. Janet’nin “Psişik zayıflık” ile açıkladığı OKB, 1900’lu yıllarda Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud tarafından bilinç dışında çözümlenememiş şeylerin semptomu, anal döneme saplantı ve regresyon olarak bahsedilmiştir.

Freud, ”Hastanın zihni gerçekte kendisini hiç ilgilendirmeyen düşüncelerle doludur ve kendisine yabancı gelen dürtüler hissetmektedir; arada bir karşı duramadığı eylemlere geçmek zorunda kalır. Zihnine takılan bu düşünceler -obsesyonlar- hasta için hiçbir anlam taşımadığı gibi, çoğu kez kendisine de saçma gelir. Bu düşünceler aslında hiçbir zaman eyleme dönüşmezse de, hastanın, bu düşünceleri anımsatan durumlardan sürekli kaçmasına neden olurlar. Hastanın kendi istemi dünyasında yaptığı davranışlar, günlük yaşamın olağan etkinlikleri olan yıkanma gibi eylemlerin abartılması ve törensel biçimlerinden öteye gitmez; ne var ki, obsesif eylem veya kompulsiyon denilen bu zararsız davranışlar kişinin istemi dışında yapılırlar” 

Obsesif Kompulsif bozukluklarda Freud, yalıtma, kasıt tepki oluşturma ve yap-boz’u tipik savunmaları olarak vermiştir. 

Obsesyonlar:

– Tekrarlayıcı, ısrarcı, istenmeyen düşünce, dürtü veya imgelerdir.

– Kişi bu düşünce, dürtü ve imgeleri görmezden gelmeye, bastırmaya veya etkisizleştirmeye çalışır.

Örneğin ellerinin sürekli kirli ve pislik içinde olduğunu düşünen bir kişinin, sürekli bunu düşünmesi ama mücadele etmek için ellerini yıkamaması… Genelde o eller sık sık yıkanıyordur.


Kompulsiyonlar:

– Kişinin, sıkıntısını azaltmak veya korkulan bir olayı engellemek için yapmak zorunda hissettiği tekrarlayıcı davranışlar veya düşünsel eylemlerdir.

– Kişi tekrarlayıcı davranış veya düşünsel eylemleri, obsesyonlara tepki olarak belirli ve katı kurallar doğrultusunda yapmak zorunda hisseder.


Obsesyon ve kompulsiyonlar zaman alır (örneğin; her gün en az birer saat) veya klinik olarak önemli ölçüde rahatsızlık uyandırır veya işlev kaybına yol açar.

Ana cekirdeğinde kaygı bulunan obsesif kompulsif bozukluk bir takım düşünce ve davranışların kısır bir döngü halinde tekrarlanıp durmasıdır. Kişi bu düşünce ve davranışlarının mantıksız olduğunu bilse bile kontrol edemez. Kişiyi rahatsız eden ve tekrarlanan obsesyonel düşünceler (takıntılar), kaynağını bir takım korku ve kaygılardan alır, ve kompulsiyon dediğimiz bazı ritüellere sebebiyet verir. Kişi bu ritüellerini gerçekleştirmeden rahat edemez çünkü bu ritüeller temel sebebi kişiyi kaygılandıran düşüncelerden uzaklaştırmaktır. Semptomlarına adeta sarılan hastalar için, bu ritüeller hakkında kişinin kaygı duyduğu düşüncelerden kaçmak adına kendi kendine bulduğu bir çözüm de diyebiliriz.

Kaygılı düşüncelerin yarattığı rahatsızlık kişinin ritüellerini gerçekleştirdiği anlarda oldukça rahatlar. Fakat bu rahatlamanın geçici olduğunu da unutmamalıyız. Freud’un “Fare Adam” vakası bu bozukluğa örnek verilebilecek bir klasik ve zengin bir vakadır.

Fare Adam Ernst Lanzer'in tedavisi Ekim 1907'de başlar. Çocukluğundan beri saplantılı (obsesif) düşünceler, yapmak zorunda hissettiği (kompulsif) davranışlar ve yasaklamalardan (prohibition) yakınır. Yakınmaları son yıllarda arttığından bahseder. En önemli saplantısı, nişanlısıyla ve  -aslında ölmüş olan- babasının bir çeşit işkenceye (farelerin kurbanın anüsünden içeri girmesi) tabi tutulmasıyla ilişkileniyordu. Freud saplantılı düşüncelerin Lanzer'in etrafındakilere yönelik sevecen ve saldırgan dürtüleri arasındaki çatışmalardan kaynaklandığını ve yaşamında zor kararlar almaktan kaçınmasına neden olduğunu saptadı. 

Çevremizde sıklıkla gördüğümüz takıntıların başında temizlik (mikrop) takıntısı, kuşku takıntısı, cinsel takıntılar, dinsel takıntılar, düzen ve ya simetri takıntısı…vb gelir. Kompulsiyonlarında (zorlantı) en yaygın olanları saklama (bir gün ihtiyaç duyulabilir diye düşünülerek kişi her şeyi saklar) ve bir diğeri de şüphesiz sıkça etrafımızdan duyduğumuz el yıkama tekrarıdır.  Kişi ellerini yıkamadan başka hiç bir şey yapamaz  ve o an yegane ihtiyacı elini yıkamaktır. Gündelik hayatında olumsuz etkiler gösterecek kadar ileri seviyede olabilir. Mesela bu kişi, önemli bir iş toplantısındayken duyduğu kaygılardan dolayı aklına gelen el yıkama isteğini gerçekleştirmek için toplantının bitmesini bekleyemeden, en önemli anında bile olsa toplantıyı terkedecek ve ellerini yıkayacaktır. Elbette bu kompulsiyonlar ve şiddetleri kişiden kişiye değişkenlikler gösterebilmektedir.

OKB’ye teşhis koymak…

OKB teşhisi konulacak kişinin gündelik hayatının bu obsesif düşünceler ve kompulsiyonlar tarafından etkileniyor durumda olması gerekiyor.

Peki OKB (obsesif kompulsif bozukluk)’un sebebi nedir?

OKB’nin sebepleri genetik, beyin işlevlerinde bozulmalar ve çevresel faktörlerdir. Erken çocukluk dönemi travmaları, bozuk aile ilişkiler, aileden birinin OKB olması ve kişinin bununu modelleyerek büyümesi, önemli birilerinin vefatı,


OKB (obsesif kompulsif bozukluk)’un tedavi süreci nedir?

Kişinin yaşam kalitesini oldukça düşüren OKB’nin tedavi süreci, ilaç tedavisi ve psikoterapiler ile yürütülür. Hastanın çevresindekiler tarafından da farkedilebilir olan obsesif-kompulsif durumlarına ailesi ve arkadaş çevresinin anlayışlı olmaları oldukça önemlidir. Unutulmamalıdır ki kişi bu hareketlerini engelleyememektedir. Zorlu bir süreçten geçen OKB tanısı konulmuş kişiler, tedaviye uyum etkisi sebebiyle çevrelerinden desteğe ihtiyaç duymaktadırlar.

Klinik Psikolog Zeynep YAŞAR


0212 213 32 33

27 Haziran 2016 Pazartesi

Klinik Psikolog Zeynep Yaşar

Klinik Psikolog Zeynep Yaşar

İstanbul’da doğdu. 
Psikoloji Lisansını Paris VII Sorbonne Cité Universite’sinde tamamlamıştır. Aynı üniversitede Klinik Pskoloji Yüksek Liansını, Alain Vanier denetiminde "Psikoz ve Dil" üzerine yazdığı tez ile bitirmiştir.
Eğitimi boyunca, Fondation Vallée Çocuk Psikiyatri Hastanesi, Francoise Minkowska Kliniği, Unicef Paris, ASM 13, Enghien les Bains Kliniği, Simone Veil Hastanesi Psikiyatri Yeme Bozuklukları ServisindeArjantin ve Amerika’da ise sosyal sorumluluk projeleri kapsamında grup terapilerinde bulunmuştur.
Çalışmalarını düzenli olarak süpervizyonlar, yazdığı tez ve makalelerle desteklemekte olan Klinik Psikolog Zeynep Yaşar, Fransa’daki psikoloji eğitimi öncesinde, St.Michel Fransız Lisesi’nden mezun olmuştur.

Psikoloji eğitimine ek olarak, Müjdat Gezen Sanat Akademisi’nde çeşitli sanat eğitimlerine katılmıştır. Bu sanat alt yapısı ile sanat ve psikolojinin bir araya geldiği Psikodrama ve Müzik Terapisi gibi sanatla terapi gruplarında terapistlik yaparken, süpervizyonunu Paris ASM13’de tamamlamıştır.

Nöropsikolojik Test Bataryası ve Projektif Testlerden, Rorschach ve TAT’yi uygulama yetkinliğine sahiptir.

Bireysel terapi ve grup terapistliği yapan Klinik Psikolog Zeynep Yaşar, İngiliz Psikologlar Birliği ve Paris VII Psikanaliz Fakültesi Mezunlar Birliği üyesidir.

Klinik Psikolog Zeynep Yaşar’dan randevu almak için, 0212 213 32 33 numaralı telefonumuzu arayabilirsiniz.


27 Mayıs 2015 Çarşamba

10 Maddede Ebeveyinin Yaz Tatili Rehberi - Yaz Okulu mu, Ev mi?

Büyük şehirlerde yaşayan aileler çocuklarının zaman geçirmesi için oyun alanları bulmanın ne kadar zor olduğunu bilirler.  Okul dönemi ile birlikte kış ayları olması velileri kapalı alanlarda yapılan sporlara yönlendirmektedir.

Yaz aylarının gelişi ve 3 aylık uzun tatilin başlaması ile yaz okulları ve yaz kampları pek çok aile için sosyal, fiziksel ve psikolojik gelişim adına iyi bir seçenek olarak görülmektedir.

Peki yaz okulları ve kamplarının çocuğunuzun gelişimi için ne gibi faydaları olabilir?



1.Yaz okulları ve kampları çocukların sosyal bilişsel ve fiziksel gelişimleri açısından pek çok şey kazanmalarını sağlayabilir.

2. Çocuğun sorumluluk bilincinin artmasını sağlar.

3. Özgüveninin gelişmesini, dışa dönük karakter eğilimi geliştirmesini sağlar.

4. Yeni ilgi alanları ve becerilerini keşfetmesini, öz disiplininin gelişmesini sağlar.

5. Akranlarıyla beraber oyun oynamak ve faliyetlerde rol almak; çocukların paylaşma, yardımlaşma, fedakarlık etme, saygı duyma  gibi çok önemli sosyal davranışları edinmesini sağlar.

6. Hayatında ciddi bir tecrübe edinmesini sağkayacak olan kazanmak kadar kaybetmenin de doğal bir süreç olduğunu öğrenir.

7. Kendilerini doğru ifade etme kabiliyeti kazanırlar. İnsanlarla iletişimleri ve takım çalışmasına yatkınlıkları gelişir.

8. Kendi ayaklarınız üzerinde durabildiklerini hem kendilerine hem de ebeveynlerine  kanıtlarlar, biraz daha büyüdüklerini hissederler ve hissettirirler.

9. Başkalarının düşüncelerine saygılı olup farkındalık pencerelerini genişletirken; kurallar çerçevesinde yaşamayı öğretip daha disiplinli bir yaşam sürmelerini sağlar.

10. Sorunlarla baş etme yetisini kazanarak stratejik bir bakış açısı geliştirir ve  sorunlara çözüm odaklı yaklaşmayı öğrenir.

Bu 10 fayda dışında dikkat edilecek en önemli noktaya gelecek olursak;
Sizin planladığınız ve gönderebilirim diye hayaller kurduğunuz yaz kampı ya da okul programının çocuğunuzun ilgi alanlarına uygun olması ve çocuğun gitme konusunda istekli olup olmamasıdır.
Özellikle ayrılık anksiyetesini yoğun şekilde yaşayan çocuklar bu tür sorunları daha fazla yaşamaktadır.
Ayrılık anksiyetesi yaşayan çocuğun motivasyonunu yükseltecek hazırlık çalışmaları yapmak (okul ya da kamp yerini önceden çocukla beraber ziyaret etmek, olumlu taraflarını fark etmesine yardımcı olmak vb..) çocuğun ve ailenin işini biraz da olsa kolaylaştıracaktır.

Ebeveynler olarak unutmamanız gereken en önemli şey; yaz tatilinin, öncelikle çocuklar için dinlenme ve oyun oynama dönemi olduğudur.
İstemediği halde çocuğunuzu tüm faydaları kazanması adına zorla gönderiyor olmak onun yaz tatilini verimsiz geçirmesine ve bu tür okullara/kamplara karşı önyargılar geliştirmesine yol açabilir.

Uzman Psikolog Dilek ÇELEBİ ÇELİK

Tüm sorularınız için merkezimize 0212 213 32 33 numaralı telefondan ulaşabilirsiniz.

18 Ocak 2015 Pazar

Uzman Psikologumuz Dilek ÇELEBİ ÇELİK Hakkında

Dilek Çelebi Çelik, Beykent Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuştur. Üniversite hayatı süresince aktif bir şekilde psikoloji ile ilgilenmiş, ulusal öğrenci kongrelerinde araştırmalarını yayımlamış, Tarlabaşı Toplum Merkezi’ne gönüllü olarak destek vermiş, üniversitenin psikoloji kulübünün kurulumunda rol almış ve iki yıl kurucu başkanlığını yapmış ve psikoloji kulübü başkanlığı süresince psikoloji günlerini ve pek çok semineri organize etmiştir.

Panik bozukluk tedavi ve yaklaşımı, Depresyon – Obsesif Kompulsif Bozukluk – Travma Sonrası Stres Bozukluğu Atölye Çalışmaları, Çocuklarda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, Davranış ve Davranış Bozukluklarının Nörolojik Temelleri, Çocuklara Yönelik Kötü Muameleyi Önleme başta olmak üzere pek çok workshop ve seminere katılmıştır. Prof. Dr. Kültegin ÖGEL’in derneği olan Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneği’nden Entegratif Aile ve Çift terapisi, Cinsel İşlev Bozukluğu, Oyun Terapisi, Stanford Binet Zeka Testi ve Bilişsel Davranışçı Terapi eğitimlerini; İstanbul Psikoloji Enstitüsü’nden ise Psikolojik değerlendirme testleri, WISC-R ve MMPI eğitimlerini tamamlamıştır.

Prof. Dr. Emre KONUK ve ekibi tarafından Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde verilen EMDR 1. Düzey ve 2. Düzey eğitimlerini başarı ile tamamlayarak EMDR terapisti olmaya hak kazanmıştır.

 Meslek hayatını sağlam temeller üzerine kurmuş olan Psk. Dilek ÇELEBİ ÇELİK, halen kendini geliştirmeye devam etmekte ve Klinik Psikoloji masterının tez aşamasına devam etmektedir. Ayrıca EMDR derneği üyesi ve onaylı terapistleri arasında yer almaktadır.

Kendisinden randevu almak için 0212 213 32 33 numaralı telefonumuzdan ulaşabilirsiniz.


29 Aralık 2014 Pazartesi

EMDR terapisi nedir?

Bizim için travmatik olan şeyler bizi etkiler. Bu travmatik anıları yaşamış olmak bizim kendimiz hakkında olumsuz inançlar geliştirmemize sebep olur. Bu inançlar, çaresiz hissetme, değersizlik düşüncesi ve başarısızlık gibi düşüncelerdir. EMDR, göz hareketlerini kullanarak kendimiz hakkındaki olumsuz inançlarımızı duyarsızlaştırıp, anıya bakış açımızı değiştiren, olumlu inançlar geliştirmemizi ve olumsuzları, olumlu ile değiştirmemizi sağlayan terapi yöntemidir.


EMDR hakkında detaylı bilgi ve randevu almak için merkezimizi arayabilirsiniz: 0 212 213 32 33

Uzman Psikolog Dilek ÇELEBİ ÇELİK

1 Nisan 2014 Salı

Cinsel yaşamınızı farklılaştırmanın 11 yolu!



Uyumlu olan cinsel yaşamınız, hem sizin hem de eşinizin olaylara bakışını yumuşatarak toleransınızın artmasına sebep olacaktır. Evliliğinizde sağlıklı bir cinsel yaşam için kendi vücudunuzu ve eşinizin vücudunu tanımaya çalışmalısınız.

Cinsel ilişki, devam eden sağlıklı bir evliliğin en önemli bölümünü oluşturur. Psikolog Eylem Ayrancı: “Eşinizle karşılıklı olarak tatmin edici bir cinsel ilişki yaşayabilmeniz, cinselliğinizi rutin ve sıkıcı olmaktan kurtarabilmeniz için, emek harcamanız gerekir.”diyor ve bu anlamda cinselliğinize yenilikler katmanızın iyi bir fikir olabileceğini söylüyor:

·         Çeşitli seks teknikleri öğrenmektense, eşinizin cinselliği hakkında daha fazla şey öğrenmeye çalışın.
·         Evlilikteki diğer sorunlarda olduğu gibi tatmin edici sağlıklı bir cinsel ilişki de karşılıklı iletişime bağlıdır.
·         İlişkinizde karşılaştığınız sorunları bekletmeden, ertelemeden çözmeye çalışın ki dönüşümlü olarak cinsel ilişkiniz de etkilenmesin.
·         Seks hayatınızı eşinizle konuşmaktan korkmayın.
·         Sevdiklerinizi, sevmediklerinizi, isteklerinizi, duygularınızı, fantezilerinizi eşinizle paylaşın ve birlikte öğrenin.



1 - Sekste çekingen olmayın
Cinsel yaşamda utangaçlığa yer yoktur. Aşırı utangaçlığınız ve belirli şekilde açığa vurduğunuz çekingenliğiniz, yalnızca çekiciliğinizi azaltmakla kalmaz, eşinizin de keyfini kaçırıp, onu cinsellikten soğutabilir.

2 - Seks oyunlarından utanmayın
Zamanla kaybolan heyecanlarınızı yeniden kazanarak hayatınızı renklendirebilirsiniz. Tekdüze giden seks hayatınızı renklendirmek sizin elinizde... Bunun için farklı şeyler denemelisiniz. Nasıl mı? İşte size hem partnerinizi hem de sizi mutlu edecek öneriler:
 

3 - Beklenmeyeni yapın
İlişkinizdeki monotonluğu ortadan kaldıracak tek şey şaşırtıcı bir şeyler yapmaktır. Küçük sürprizler, şaşırtıcı dokunuşlar...
 

Eşinizle birlikte güzel bir gece geçirme planları yaparken bazı detayları da sakın ihmal etmeyin. Yakılan bir kaç mum, odaya yayılan hoş bir koku ve hafifçe çalan romantik bir müzik, romantizmin doruğa ulaşmasında en büyük yardımcılarınız olacaktır. Böylece partnerinizi baştan çıkarmanız da çok kolaylaşacak.
 

4 - Rahat ama seksi giyinin
Kendinizi seksi hissetmeniz için öncelikle rahat olmanız gerekir. Eğer vücudunuzun herhangi bir bölümüyle ilgili rahatsızlık duyuyorsanız, uygun iç çamaşırlarıyla bu kusuru kolaylıkla saklayabilirsiniz. Güven, afrodizyak gibidir ve yatak odasında ne kadar iyi görünürseniz, o kadar güzel bir gece geçirirsiniz.
 

5 - Hoş sözler fısıldayın
Seks hayatınızda yeni bir adım atmak istiyorsanız eşinizi memnun etmek için zaman harcayın. İlişki sırasında eşinizin kulağına hoş sözler fısıldayın.
 

6 - Sadece kendi isteklerinize yoğunlaşın
Ona ne istediğinizi söyleyin. İster inanın ister inanmayın ama erkekler, sizi neyin harekete geçirdiğini bilmek ister, hatta buna önem verirler. Sizi memnun etmekten gurur duyarlar. Asıl önemli olanın, ikinizin de mutluluğu olduğunu unutmayın ve bunun için çaba sarf edin.
 

7 - Yeni bir yer deneyin

Mekan değişikliği yaparak seks hayatınıza biraz yenilik ve heyecan katabilirsiniz. Bir otel odası kiralayın, başka bir odayı deneyin ya da hiç akla gelmeyecek yerler seçin... Unutmayın seçeneklerin sonu yoktur.
 

8 - Duygularınızı saklamayın
Kendinizi ve duygularınızı açığa vurmaktan sakın korkmayın ve bu konuda mümkün olduğunca kendinizi özgür hissedin. Nasıl hissettiğinizi dile getirin ve hoşlandığınız şeyleri yapmaktan asla çekinmeyin.
 

9 - Konuşmadan harekete geçin
Sessizlik kimi zaman heyecanlandırıcı olabilir. Bu fikir, özellikle partneriniz eve geldiği anda, hiç konuşmadan onu çekip birlikte olduğunuz zaman işe yarayabilir.
 

10 - Buz ya da filmler işinize yarayabilir
Yeni bir şeyler denemeye ne dersiniz? İlişkiniz zaten mükemmelse yeni bir şey denemek onu daha da değerli kılacaktır. Göz bağı, filmler, buz, oyuncaklar... Bu arada isterseniz sadece kendiniz hayal edin ya da partnerinizle paylaşın ama fantezileri de sakın yabana atmayın. Asıl önemlisi yaratıcı olmak.
 

11 - Her dokunuş önemlidir

Seksten aldığınız keyfi artırmak istiyorsanız yeni pozisyonlar denemelisiniz. Bu, tabii ki alıştığınız ve hoşunuza gidenleri unutmanız anlamına gelmiyor ama denemekten de korkmayın. Böylece rutinden kurtulmuş olacaksınız. Aldığınız zevki görünce emin olun siz de çok şaşıracaksınız.

Uyumlu olan cinsel yaşamınız, hem sizin hem de eşinizin olaylara bakışını yumuşatarak toleransınızın artmasına sebep olacaktır. Evliliğinizde sağlıklı bir cinsel yaşam için kendi vücudunuzu ve eşinizin vücudunu tanımaya çalışmalısınız.

Cinsel ilişki, devam eden sağlıklı bir evliliğin en önemli bölümünü oluşturur. Psikolog Eylem Ayrancı: “Eşinizle karşılıklı olarak tatmin edici bir cinsel ilişki yaşayabilmeniz, cinselliğinizi rutin ve sıkıcı olmaktan kurtarabilmeniz için, emek harcamanız gerekir.”diyor ve bu anlamda cinselliğinize yenilikler katmanızın iyi bir fikir olabileceğini söylüyor:

·         Çeşitli seks teknikleri öğrenmektense, eşinizin cinselliği hakkında daha fazla şey öğrenmeye çalışın.
·         Evlilikteki diğer sorunlarda olduğu gibi tatmin edici sağlıklı bir cinsel ilişki de karşılıklı iletişime bağlıdır.
·         İlişkinizde karşılaştığınız sorunları bekletmeden, ertelemeden çözmeye çalışın ki dönüşümlü olarak cinsel ilişkiniz de etkilenmesin.
·         Seks hayatınızı eşinizle konuşmaktan korkmayın.
·         Sevdiklerinizi, sevmediklerinizi, isteklerinizi, duygularınızı, fantezilerinizi eşinizle paylaşın ve birlikte öğrenin.









 
   İletişim: 0212 213 32 33

19 Mart 2014 Çarşamba

Okul Öncesi Eğitimine Başlamak İçin En Uygun Yaş

Okul Öncesi Eğitimine Başlamak İçin En Uygun Yaş Nedir?

Çocuğun dış dünya ile ve okul öncesi eğitim kurumlarıyla tanışma yaşının mümkün olduğu kadar erken olması ilkokula ve yaşama hazırlık için oldukça önemlidir. Ama uzmanlar arasında da anaokuluna başlama yaşı konusunda bir fikir uyuşmazlığı vardır. Kimi uzmanlara göre bu yaş 2-3 yaş iken kimi uzmanlara göre ise 3-4 yaşlarıdır.Anaokuluna başlatmak için çocuğun gelişim düzeyine bakmak gerekir. Hazır olma yaşı her çocuk için aynı olmamakla birlikte çocuğun anneden ayrı kalmaya alışık olması, ihtiyaçlarını konuşarak veya başka biçimlerde ifade edebilmesi, tuvalet eğitimini kazanmış olması, günlük temizlik alışkanlığını kazanmış olması, basit komutları izleyebilmesi, yürüme ve koşma gibi kaba motor fonksiyonları gelişmiş olması gerekir. Ancak bu sayede çocuk okul ortamına uyum sağlayıp, keyif alabilir, paylaşımda bulunabilir. Çocuk 2 yaşını yeni doldurmasına rağmen bu becerileri kazanmış olabilir yada çocuğun yaşı 4 olmasına rağmen bu becerileri kazanmamış olabilir. Bu anlamda o zaman her aile kendi çocuğunun kapasitesini iyi değerlendirmeli ve ona göre anaokuluna başlama yaşını belirlemelidir. O zaman genel olarak ana okuluna başlama yaşının 2-4 yaş arası olduğunu söyleyebiliriz. 


Öneriler

Çocuk 3 yaşına geldiğinde sağlıklı eğitim ve gelişimi için bir kurumda okul öncesi eğitim programından yararlanmaya başlamalıdır. Bu eğitime çocuğun bireysel özelliklerine göre, yarım günle başlanabilir. 4-5 yaşlarında tüm güne geçebilir.Okul öncesi eğitim kurumu, çocuk için ailesinden ilk ayrılış olacağı için kuruma alışmakta zorlanabilir. Burada önemli olan çocuğun belli zamanda annesi tarafından ziyaret edileceği ve belli saatte servisi tarafından alınacağı konusunda oluşturulacak güvendir. Bu güvenin oluşturulması için gerektiğinde anneye kademeli uzaklaştırma uygulanabilir. Örneğin birinci mutfakta bekleme, ikinci gün bahçede bekleme, üçüncü gün sadece öğlen yemeğinde görüşme gibi.Çocuğun kurum ortamına alışabilmesi için, aile üyelerinin tümü kararlı olmalı, bu konuda çocuğa ödün vermemelidir. Çünkü anne babasının bu konudaki çelişkili tutumu, gelecekteki okul fobisinin nedeni olabilir. Anne yada büyükanneden gelebilecek bugünlük gitme olu düşüncesini çocuk kullanabilir ve kuralları olan bir kurum yerine kuralları olamayan yada kolay olan aileyi yeğleyebilir. Bu nedenle çocuğun ana okuluna başlamasında zamanlama doğru yapılmalı, alınan karar uygulanmalıdır. Annenin sabahları kurumdan ayrılmasının ardından çocuk sınıfa uyum sağlamışsa okula devamına ısrar edilmeli, tersine çocuğun ağlaması halinde bir uzman görüşüne başvurulmalıdır.Okul öncesi eğitim kurumu, ister çocuk evi olsun, ister anaokulu olsun, çocuğu barındıran değil, eğiten bir kurum olmalıdır. Amaç annenin yokluğunda zamanı geçirmek değil, çocuğun okul öncesi eğitim programından yararlanmasını sağlamaktır. Bu nedenle anne babalar okul seçiminde titiz davranmalı ve kurumun programını, öğretmenini, fiziki koşullarını inceleyerek karar vermelidir. 
 
"Yünlerin beyazlığına boyalarla verilen renk silinmez. Bu yüzden çocuğun ilk yıllarında, henüz tam bir biçim olmamış olan zihnine verilecek bilgilerin ve örnek olacağı kişilerin özenle seçilmesi gerekir." Quintilianus